Feb 25, 2016

The Boy Friend (Musical) Görüşlerim

Erkek Arkadaş (The Boy Friend)

     Gitmiş olduğum tiyatro Sandy Wilson tarafından yazılmış, Ebru Kara tarafından yönetilen iki perdelik bir Broadway müzikaliydi. Öğrendiğime göre, bu oyunun oyuncuları dans edebilen, şarkı söyleyebilen, tiyatro ve bale okulları mezunlarından seçilmiş. Bu çok normal tabii çünkü tahminimce müzikal bir oyun sahneye koymak normal bir tiyatro eseri sahneye koymaktan daha zordur. Müzikalleri pek sevdiğimi söyleyemem aslında ama ön yargılı olmamak gerekir diyerek koltukta yerimi aldım.
   
     Eserin konusundan direk olarak bahsetmek yerine başından sonuna dek tek tek incelemeyi düşünüyorum. Işıklar kapanıp sahne açıldığında, üç koltuk –birisi ilginç bir şekilde beş ayaklıydı- , sol köşede duvara dayalı, üzerinde abajur ve telefon olan beyaz bir dresuar, duvarlarda birkaç tablo ve sağ tarafta da küçük bir sehpa ve saksı gördük. Arkadaki orkestra da gözüme çarpmadı değil tabii.  

İlk sahne dekoru
     Sonra Hortense telaşla sahneye girdi. Telefonu eline aldı ve çok sevdiğim Fransız aksanı ile konuşmaya başladı. Hortense, Madam Dubonnet’in okulunda asistan ve hizmetçi, telefonda Bayan Polly Browne için kostüm sipariş etti. Bayan “Polly Brownnnnneee”… Zengin babasının tek mirasçısı olduğu için gerçek aşkı bulamamış “zavallı” genç kız… İnsan 17 yaşında gerçek aşkı bulamadı diye zavallı mıdır yoksa bu oyun 1953 ün ilkel yaklaşımını mı taşıyor? Belki de fazla feminist bir açıdan bakıyorumdur? Hayır, kesinlikle feminist değilim bu eser şimdiki çağın rahat yaşantısı için tam bir abartı olmuş. Doğrusunu söylemek gerekirse oyunun büyük bir kısmında “Evet, ön yargılı davranmam gerekirdi.” Diye düşündüm. Oyunun konusu, söylenenler, davranışlar, hepsi benim düşüncelerime çok aykırıydı. Ama dedim ya “büyük bir kısmında” hepsinde değil.      

     Hortense telefonu kapattığı sırada sahneye hayallerindeki aşkı arayan genç kızlar girdi ellerinde paketlerle. Hepsi karnaval balosu heyecanını üzerlerinde taşıyordu. Evet gerçekten de taşıyorlardı. Oyuncuların jest ve mimiklerinin oldukça yerinde ve gerçekçi olduğunu söyleyebilirim. Kostümlerin ise kesinlikle 50’li yılların modasını yansıttığı çok açık. Fiyonk, farbala, fırfır, şapkalar, eldivenler, kısa topuklu çeşit çeşit renkte parlak ayakkabılar…  Tabii bir Audrey Hepburn, Marilyn Monroe modasından bahsetmiyoruz burada; sokaktaki, günlük hayattaki modadan bahsediyoruz. Bu konuda çok bilgili olduğumu söyleyemem ancak doğal ve uzun ceketleriyle, şapkalarıyla erkek oyuncular da; renkli, kabarık elbiseleriyle kadın oyuncular da dönemi başarılı şekilde yansıtmış.

Madam Dubonnet'in genç kızları

     Sahneye giren genç kızlar Hortense ile beraber oyunun orijinalinde “Perfect Young Ladies” olarak geçen şarkıyı söylediler. Enerjilerinin oldukça yüksek olduğunu kabul etmek gerek. Lakin perfect young lady’ler olduklarını söyleyemem…    

    Ve sonra Polly geldi elinde mektupla. Hani şu; milyoner babanın aşkı bulamayan kızı… Sözüm ona mektup Paris’ten, bir beyefendiden gelmişmiş. Onunla karnaval balosuna gelecek bir “BOYFRIEND”den. Sonra öğrendik ki Polly mektubu kendi yazmış, kendine bir erkek arkadaş uydurmuş. Bunu da daha önce söylediğim sebepten yani erkeklerin onu para için sevmesinden dolayı yapmış zavallı Polly. Cümledeki alaycı tavır belki çok seçiktir ancak kurgunun biraz basit kaçtığını söylememe gerek yok sanırım. Hemen o akşam olacak bir balo için bir hayali insan neden uydurursun? Uydurursan ne kazanırsın? Söyleyeyim, hiçbir şey. Ah keşke tek derdimiz karnaval balosu olsa…    

     Sonra da “The Boy Friend” şarkısına başladılar. Bu şarkı sanıyorum ki oyunun en önemli şarkısı, isminden de anlaşıldığı gibi. Tabii yine beni yansıtmıyor, daha çok hayal dünyasında yaşayan bir genç kıza göre olabilir. “We sigh for him, and cry for him, and we would gladly die for him…” Evet, bunları sevdiğim kişi için söylerim ama ortada henüz o kişi yoksa böyle şarkılar söyleyerek etrafta dans etmem sanırım. Acaba sanattan gerçekten de hiç anlamayan, standart kalıp bir insan mıyım yoksa düşündüklerim doğru mu?    

     Ve sahneye belki de en beğendiğim karakter olan Madam Dubonnet girer. Polly ile konuşurlar, burada öğreniriz mektup yalanını. Polly’ye babasının ziyarete geleceği haberini verir Madam Dubonnet. Ardından Bobby Maisie’ye sürpriz yapar ve birlikte "Won't You Charleston With Me?" söyleyerek dans ederler. Charleston dansından pek hoşlanmadığımı fark ettim galiba…    

     Hemen sonra Polly’nin zengin dul babası gelir ve okul müdiresi ile konuşurlar. Sonra anlarız ki Madam Dubonnet onun eski sevgilisi imiş. Bakın şu tesadüfe! Bana kalırsa tesadüfler bir sanat eseri için kolaylık demektir. Belki bunu söyleyebilecek tecrübeye sahip değilimdir ama bu hep böyledir. Ne kadar tesadüf varsa o kadar “Hıh, şaşırtmadı.” Vardır. Sözüm meclisten dışarı tabii Tanzimat Dönemi gibi bir geçiş dönemi için bunları söylemek istemem ama oradaki örneklere bakınca da bunu görmek mümkündür. Tahmin edilebilirlik… “İster misin şimdi Behlül Bihter’e aşık olsun?” Ve olur. Tabii bunlar edebiyatımızda oldukça önemli eserlerdir, yanlış anlaşılmasın. Bir Shutter Island veya bir The Great Hypnotist şaşırtıcılığı beklemiyordum tabii ama olaylar kesinlikle basitti.    

     Dubonnet ve Percy "Fancy Forgetting" söylerler ve bir süre birbirlerine cilve yaparlar. Percy Dubonnet’e Kiky dermiş eskiden… Madam Dubonnet’in hareketlerini farklı ve komik
bulduğumu söyleyebilirim sanırım, sevimli bir tip bile diyebilirim. Fransız aksanı da oldukça hoştu. Sonra “arka bahçeyi gezmek üzere” sahneden çıkarlar ve tekrar Polly gelir.    

     Polly çaresizce düşünürken elinde bir paketle, ayak işleri yapan genç bir erkek gelir. Polly’nin Pierrette kostümünü getirmiştir ve ansızın birbirlerine aşık olurlar. Birlikte "I Could Be Happy With You" söylerler ve Polly onu karnaval balosuna davet eder, Pierrot kostümünü dükkandan ödünç almasını önerir. Bu şekilde çaresiz bir kızın ilk gördüğü erkeğe gönlünü kaptırması oldukça muhtemel tabii, bu da sanırım olumsuz bir eleştiri oluyor ne yazık ki. Bu beyefendinin adının Tony olduğunu öğreniriz sahneden çıkarken.    

    Lord Brockhurst yaşlı ve çapkın bir adamdır o ve karısı oyundaki çok sevdiğim diğer karakterler. Çok iyi rol yaptıkları yadsınamaz. Sonra anlıyoruz ki bunlar Tony’nin zengin İngiliz ebeveynleri. Yani fakir olduğunu söylerken yalan söylemiş Tony. Burada biraz klasik Türk dizisi havası mı var ne?      

     Tony ve Polly bir bankta otururlar ve "A Room in Bloomsbury" isimli şarkıyı söyleyerek hayaller kurarlar. Tek odalı bir evde Bloomsbury’de yaşarken kitap okumak ve et pişirmek… Polly de ona fakir biri olduğunu, okulda yardımcı olarak çalıştığını söyler. Hmm hala aynı seyir…      ,

     Birkaç olay ve şarkı sonrasında Bay ve Bayan Brockhurst ne olduğunu bilmediğimiz sebepten ötürü onları terk eden Tony’yi görünce “Poliiis, poliis” diye bağırırlar. Ne? Niçin? Sonra Polly onun da diğerleri gibi olduğunu, hatta bir hırsız olduğunu zanneder ve kalbi kırılır, baloya gitmekten vazgeçer. Eh, gayet tabii.    

     Balo zamanı gelince tüm kızlar sevdikleri erkeklerden evlenme teklifi alırlar ancak Polly ortalıkta yoktur. Bir tesadüf daha mı? Herkesin tek bir gecede evlenme teklifi alması, biraz abartılmış yine sanırım. Kızlar konuşup kikirdeşerek cevabı gece yarısı vereceklerini söylüyorlar. Bir yerde “Sonunda oltaya takıldılar!” duymuş olmam da beni üzdü açıkçası. Aşk böyle bir şey midir? Oltaya takılmak? Bence aşkı biraz basite indirgemişler.  

     En sonunda yine birkaç olaydan sonra Polly gelmeye karar veriyor, tabii Tony de geliyor. Pierrette ve Pierrot kostümlerini o kadar da beğenmiş sayılmam. Beklentim biraz daha yüksekti. Kızlar evlilik tekliflerini kabul ediyorlar ve en sonunda –hakkını vermem gerek- gerçekten iyi hazırlanılmış bir sonla ve tekrardan "The Boy Friend" şarkısıyla karşımıza çıkıyorlar.  


Tiyatro Afişi

Özetleyecek olursam, konusunu biraz basit bulmuş olsam da oyuncuların performansları özellikle de izlediğim diğer performanslara göre yerinde ve kusursuzdu. Videolar yeterince iyi olmasa da verdiğim şarkı linklerinden de bakabilirsiniz. Şarkı demişken, Türkçe'ye doğru ve kulağa hoş gelen şekilde uyarlanmıştı ve detone olunmadan söylenmişti. Bu tiyatroya gitmenizi tavsiye eder miyim? Belki. Sanırım daha düşünülmüş ve daha çok düşündüren konuları tercih ederim. Duygusal ve biraz da hayalperest bir insansanız çok daha fazla beğenebilirsiniz. On üzerinden altı buçuk veriyorum! Yok yok, altı olsun. 


No comments:

Post a Comment